Aşıklara karşı halkın beslediği takdir ve hürmet hislerine yüksek sınıfın asla iştirak edemeyeceğini söylemek bile fazladır. Fikir ve zevk seviyesi bakımından halktan tamamıyla ayrılmış olan bu sınıf, medresede, İslâm ilimlerinin, Arap ve İran edebiyatlarının en yüksek mahsullerine iyiden iyiye alışmış bulunuyordu. Daha XI. asırda İran edebiyatı örneklerine göre bir klasik edebiyat süratle inkişafa başlamış ve klasik Türk şiiri XI.- XII. Asırlarda eserlerini yaratmıştı. Bedii ihtiyaçlarını pek tabii olarak bu klâsik edebiyat mahsulleriyle tatmin eden yüksek kültür sahipleri, İslâm medeniyetinin Ortodoks ideolojisinden ve dünya görüşünden şüphesiz ayrılamazlardı. Hâlbuki Orta Çağ İslâm filozoflarının ve ahlâkçılarının nazari sistemlerine göre, avam sınıfı, yani geniş halk zümresi, sadece bir koyun sürüsünden ibarettir; onları adaletle idare etmek, yani çobanlık yüksek sınıfın vazifesidir.11
Bütün hâkimiyetin ve kudretin, kendisini Allah’ın gölgesi ve bütün halkı kendi kulu sayan mutlak bir hükümdarın şahsında topladığı bir Orta Çağ İmparatorluğunda, geniş halk tabakasına karşı bundan başka bir telâkki mümkün olamazdı; Halk mûsikisine ve şiirine mahsus her türlü şekiller (ezgi, deyiş, türkü, türkmani, varsağı vs.) halk arasında rağbet kazanan mevzular (Geyik Destanı, Hamza ve Battal hikayeleri, vs.) halk şiirlerinin umumi ölçüsü olan hece vezni daima hakir görülmüştür; şiirlerinin geniş halk tabakası arasında okunması ve anlaşılması klasik bir şair için adeta bir hakaret vesilesi oluyordu. Fuat Köprülü-Saz şairleri 26-27-28 (11)
Ahlâk ve siyasete ait İslâm ideolojisini gösteren nazari ve sistematik bütün eserlerde, bu telâkki müşterektir. Fars ve Türk şairlerinin didaktik manzumelerinde de aynı fikirlerin tekrar edildiği görülür. Mamafih bunun tamamıyla nazari olduğu unutulmamalıdır. “Koyunlar çoban için değil, çoban koyunlar içindir” diyen şairin fikri, tarihi realiteye hiç uymaz; fiili vaziyet bunun tamamıyla zıddıdır. Orta Çağ Türk-İslam Dünyasında Milliyet Fikrinin İnkişafı adı ile neşredeceğimiz eserde bu mesele hakkında etraflı tafsilât verilecektir.
Eski edebiyat müellifleri ve şairler, halk arasında okunmağa mahsus basit hikaye kitaplarını, destanları, türkü ve varsağıları daima tezyif ( hor görme- küçümseme) ile karşılaşmışlardır. Âşık Çelebi, halk arasında okunmağa mahsus sade bir eser yazdığından dolayı Hamzevi’yi şair saymaz.( şuara tezkiresi ) Fuat Köprülü Türk Saz Şairleri sayfa 27
Ortaçağ İslam filozoflarının ve ahlakçılarının nazari sistemlerine göre, avam sınıfı, yani geniş halk zümresi, sadece bir koyun sürüsünden ibarettir; onları adaletle idare etmek, yani çobanlık, yüksek sınıfın vazifesidir.(Fuat Köprülü,a.g.e., 14-15.s.) Fuat Özdemir- Fuat Köprülünün Türk Saz Şairleri Üzerine Çalışmaları 120
Fuat Köprülü’nün yukarıda açıkladığı İslam hukuk ve ahlakçılarının halk anlayışı Osmanlı İmparatorluğunda daha etkin bir biçimde kendisini gösterir.
Fuat Köprülü’ye göre Türk sultan ve emirlerinin- bilhassa İslam an’a nelerini tamamen benimsedikten sonra harslarını neden o kadar ihmal ettiklerini ve halkta yaşayan harsa rağmen, yabancı medeniyetlerin, mesela Acem edebiyat ve ilimlerinin neden o kadar esiri olduklarını pek ala izah edilebilir. İşte eski muharrir ve şairlerimizin mahdut bir sınıfa mahsus, anlaşılması güç eserler yazmaktan kurtulamamalarında ve halka ait her şeyi küçümseyen bir gözle görmelerinde bunun büyük tesiri olmuştur. (Fuat Köprülü, “Aşık Tarzı’nın Menşe ve Tekâmülü Hakkında Bir Tecrübe”, Milli Tetebbular Mecmuası, c.1, no.1, 1915,, 9.s, Edebiyat Araştırmaları,199.s.)
Fuat Özdemir- Fuat Köprülünün Türk Saz Şairleri Üzerine Çalışmaları 120 – 121
Fuat Köprülü’ye göre, bütünüyle İran kültürünün etkisinde kalan bu yüksek sanat temsilcilerinin sanatlarını sürdürebilmeleri ve daha iyi koşullarda yaşamaları için en büyük dayanakları sarayın önde gelen yöneticileri idi. O devirlerin siyasi ve içtimai teşkilatı itibariyle, güzel sanatlardan anlayan için dayanak olacak, onları sefalet ve felaketten, ani bir yeniçeri darbesinden ve bir cellat satırından kurtaracak yalnız bir tek kuvvet vardı; Padişahın sarayı ve saray etrafında toplanan vezirlerin, âlimlerin daireleri... Birçok amillerin tesirleri altında iyiden iyiye acemleşmiş olan o saray ve dairelerde makbul olabilmek, halkın milli zevkinden bütün manasıyla uzak ve fikri seviyesinden çok yüksek Acem-âne eserlerle mümkündü. (Fuat Köprülü, a.g.y., 8.s, -Edebiyat Araştırmaları, 198.s.) /
Fuat Özdemir- Fuat Köprülünün Türk Saz Şairleri Üzerine Çalışmaları 122- 123
Burada, Fuat Köprülü, Osmanlı sarayının halk karşısında takındığı tavrı bir “zihniyet değişikliği”ne bağlamaktadır. Çünkü belli bir dönemden sonra Osmanlı yöneticileri’nin “millet” anlayışları da değişikliğe uğramıştır. “... Halka ait olan şeyleri fena ve aşağı görmekte, avam ve hevam (hayvan) dan daha fazla kıymet vermeyen Orta-zaman zihniyetinin bir tecellisi mün’akis demekti: Ne Yıldırım Beyazit ve çocukları, ne de Timur ailesi, eski, Türk hakanının Orhun Abideleri’ndeki vasıflarına malik değillerdi. İslâm alimlerinin Theocratik nazariyeleri, bu husustaki eski Türk örflerini tabiatıyla değiştirmişti. (Fuat Köprülü,a.g.y., 8.s., Edebiyat Araştırmaları,198-199.s.) /
Fuat Özdemir- Fuat Köprülünün Türk Saz Şairleri Üzerine Çalışmaları - 123
Fuat Köprülü’nün sözünü ettiği, İran edebiyatının etkisiyle gelen bu halkı aşağı görme düşüncesi, edebiyat alanında en açık biçimiyle kendini göstermektedir.
Klasik Şairlerden:
Türk’e Hak, çeşme-i irfanı haram etmiştir
Eylese her ne kadar sözlerini sihr-i helal
Diyen Nefi
Cahilim, Türk-i merkep etvârım
Har-i lâ-yuham-ı alef-harım
İtirafında bulunan Vahid Mahtûmi
Türk ehlinin ey hâce biraz başı kabadır iddiasında bulunan Baki
“Kendilerini Türk toplumunun dışında sayacak kadar ileri gitmiştir.” (Fuat Köprülü,a.g.y., Edebiyat Araştırmaları,197.s.) Fuat Özdemir- Fuat Köprülünün Türk Saz Şairleri Üzerine Çalışmaları 121-122
İmamın biri azıtır izini
Alır bir yaban Türk’ünün kızını
Nezaketsizliğinde bulunan Arnavud Yahya Bey, Arnavutlar’ın şeref ve faziletleri hakkında sahifeler dolduracak kadar mili ruha sahip idi. (Fuat Köprülü,a.g.y., Edebiyat Araştırmaları,197.s.) Fuat Özdemir- Fuat Köprülünün Türk Saz Şairleri Üzerine Çalışmaları 121-12
Latifi tezkiresinde zamanın şair ve yazarları ele alınırken, gerçek şairlerle, halk türkücüleri arasında bir fark kalmadığından yakınılarak şu üzüntülü şikâyet dile getirilir.
Bir olmaz vakte ir gördük zamanı
Bilir yok asmandan rismanı
En ehli yey görür ma’ni yüzünden
Kar(a)oğlan türküsünün şair sözünden
(Fuat Köprülü a.g.e ,s.203) Metin Karadağ- Türk Halk Şiiri 120
Âşık Çelebi’nin şair Alaiyeli Manav Seydi’yi küçümsemek için, kasıtlı olarak hece vezni ile yazdığı şiir, Kaba Türk olarak nitelendiği muhatabını -kendi düşüncesine göre- yerin dibine geçirecektir.
Be şara giden gardaşlar
Manav Seydi derler bana
Körkü kovan yoldaşlar
Manav Seydi derler bana
On yıl buzağı güttüm
Tarlalarda buğday (öğ)üttüm
Sonra zuhte yolun tuttum
Manav Seydi derler bana
Eşeğim öne katardım
Keşiş- dağından otardım
Bursa ‘da odun satardım
Manav Seydi derler bana
Yanur yanur yuvalaklar
Domur domur domalaklar
Yuvarlanın yuvalaklar
Manav Seydi derler bana
Aşım unumdur höngül
Kaynatırım böngül böngül
Ardı sıra yerim döngül
Manav Seydi derler bana
Dün vardım Tahta- kal’aya
Başım uğradı belaya
Zömbekim düştü halaya
Manav Seydi derler bana
(Fuat Köprülü a.g.e ,s.203) Metin Karadağ- Türk Halk Şiiri 121
Bu abartılı, alaycı şiir, münevverlerin halk şiirine bakış ve getirdiği yorumdur. Metin Karadağ- Türk Halk Şiiri 121
Fuat Köprülü Tanzimat dönemi şairlerinin ortaya koydukları “halk edebiyatından yaralanma düşüncesinde gerçekçi olmadıklarını belirtir. (Fuat Köprülü,a.g.y., 35.s.Edebiyat Araştırmaları 225.s.) Fuat Özdemir- Fuat Köprülünün Türk Saz Şairleri Üzerine Çalışmaları 127
Âşık Ömer ile Âşık Garibin eserleri sayesinde edebiyatı merak ettiğini söyleyen Ziya Paşa’nın önce “Gerçek Türk edebiyatının halk edebiyatı olduğunu” cesaretle söylemesinden sonra:
Verdi bana evvela merâkî /
Meydan şuarasının nehâkî” / Harabat Mukaddimesi
Dediğini belirtir. /Fuat Köprülü
/ Fuat Özdemir- Fuat Köprülünün Türk Saz Şairleri Üzerine Çalışmaları 3ve- 130
Divan edebiyatı temsilcilerinin giderek artan bir hızla halktan ve onun sanatçılarının yarattığı ürünlerden kaçmaları, kendi eserleriyle âşıkların şiirleri arasına kesin bir sınır koymalarına neden olur. Türküler, maniler, varsağılar, koşmalar her zaman divan edebiyatı temsilcilerinin aşağılamalarına hedef olmuştur. Âşık Çelebi halk arasında okunacak bir eser yazdığı için Hamzavi adlı divan şairini eleştirir. Erman Artun – Aşıklık Geleneği ve Aşık Edebiyatı 87
Osmanlı tarihçileri âşıkları gerçek şair (kitapta aşık yazıyor yanlış olabilir) kabul etmedikleri için eserlerinde onlara yer vermezler. 16. yy tarihçilerinden Mustafa Ali varsağı söyleyicilerinden söz ederse de onları şairden saymaz.(Tolosa, 1983:3) Erman Artun Aşıklık geleneği ve Aşık Edebiyatı 26
Türkler, İslamlığı kabul etmelerinden sonrada eski geleneklerini, yeni dinin düşünce ve duygu dünyası ile zenginleştirerek sürdürdüler. Ancak “medrese” lerde dinsel eğitim gören kişiler ile halkın başta dil birliği olmak üzere “ortak yaşantı birliği” büyük ölçüde bozuldu. Bu bozulma, yönetici sınıflar ile halk arasında kültür ikiliği doğurdu. Halka tepeden bakan aydınlar ve medreseliler Arap ve İran edebiyatları yolunda bir yüksek zümre edebiyatı olan “divan edebiyatını” doğurdu. Saray, medrese, eşraf ve zâdegân (aristokrat) sınıflarına dayanan bu edebiyat, halkın geleneksel zevkini yansıtan halk edebiyatı ile yüzyıllarca yan yana yürüdü. Yöneticilere hoş görünmek, devlet görevi alabilmek, tezkirelerde yer alabilmek gibi nedenlerden dolayı halk edebiyatı sanatçıları zaman zaman divan edebiyatı yolunda eserler verdiler. Bu da dilin yabancı sözcüklerle dolmasına neden oldu. Suat Batur – Açıklamalı –örnekli Türk Halk Edebiyatı 16 – 17
Divan edebiyatı yolunda ürün veren sanatçılar halk sanatçılarını görmezlikten geldikleri gibi halk edebiyatını da edebiyatın kapsamı içinde değerlendirmemişlerdir. Halk edebiyatı bu kişilerce sürekli horlanmıştır. Tezkirelerinde halk şairlerinin biyografilerine ve eserlerine ye vermemelerinden dolayı 13 ve 16 yy arasında üretilen çok az eser elimize geçebilmiştir. Suat Batur – Açıklamalı –örnekli Türk Halk Edebiyatı 17
İslam çevresine girildikten sonra aydınların, halka özgü olan her şeye karşı bu olumsuz tavırlarını yüzyıllarca sistemli bir biçimde yürütmeleri, Türk dilinin gelişmesini de etkilemiştir. Arapça ve Farsça kökenli sözcükler, kavramlar Türk dilinin zengin anlatım ve söz yaratma gücünü törpülemiştir. Bu durumdan rahatsız olan Kaşgarlı Mahmut Türkçe’nin en az Arap dili kadar zengin olduğunu kanıtlamak amacıyla 11. yy da (1072-1074), Divanül Lûgat-it Türk adlı eserini yazmıştır. 15. yy da ise Ali Şîr Nevâî (1441-1501), Türkçe’nin Farsça’dan üstün olduğunu kanıtlamak için, Muhakemetü’l Lûgateyn ( iki dilin karşılaştırılması) adlı eserini kaleme almıştır. Suat Batur – Açıklamalı –örnekli Türk Halk Edebiyatı 17
Ali Şîr Nevâî, “ Türk kendi öz dilinde öyle incelikler, öyle güzellikler, öyle sanatlar göstermiştir ki yerinde Tanrı dilerse anlatılacak.” (Ali Şîr Nevâî Muhakemetü’l Lûgateyn / İshak Rafet Işıtman TDK – Ankara ) diyerek Türkçedeki eylemlerin zenginliği cinas ve uyak bakımından sağladığı olanakları örnek metinler üzerinde göstermiştir. “ Türklerin konuşmasında ve konularında pek çok incelikler ve özgünlükler düşünülmüştür. En ufak farklar, en uçucu anlamlar için bir çok kelimeler yaratılmıştır ki bilgili kimseler tarafından açıklanmadıkça anlaşılmaz.” (Ali Şîr Nevâî ) dedikten sonra sözlerine örnek olarak “ağlamak” eyleminin türlü kullanışlarını şöyle verir:
Yığlamsınmak: Gözünden yaş gelmeden ağlamak,
İnğremek, sinğremek: İçli içli, gizli gizli, yavaş yavaş, için için ağlamak,
Sıktamak: Aşırı ağlamak, o sevgili güle güle saçlarımı ağarttı; beni yalnız ağlatmadı sıktattı,
Ökürmek: Yüksek sesle hüngür hüngür ağlamak,
İnçkirmek: İnce sesle hıçkırarak iniltilerle ağlamak,
Hay hay yığlamak: Durmadan ağlamak, / Ali Şîr Nevâî Muhakemetü’l Lûgateyn / İshak Rafet Işıtman TDK – Ankara Suat Batur – Açıklamalı –örnekli Türk Halk Edebiyatı 17-18
İlk dönem saz şiirine ait örneklere pek rastlayamayız. Eski tarih ve tezkire yazıcılarının - daha genel olarak aydınların – bu tarzı küçümsediklerindendir. Arap ve Fars dillerini bilen, bu dillerin kültürlerine hakim aydın çevreler, sürekli olarak halk katmanlarından kaynaklanan sanat ürünlerine, kültür değerlerine soğuk bakmışlardır. Halk kitlesine cahil Türk, deni Türk diye hitap etmişlerdir. (Fuat Köprülü a.g.e, s. 197) / Metin Karadağ- Türk Halk Şiiri 119-120
Edebiyat alanında Arap etki ve sevgisinin hat safhaya ulaşması, sarayda da tutumun benimsenmesi, bazı Türk şairlerin kendilerini Fars olarak tanıtması gibi gülünç durumlar yaratmıştır. “ Fatih devri şairlerinden Tokatlı Lea’li, kendisini Acem alimlerinden gibi göstererek Fatih’in teveccühü kazanmış iken, sonradan her nasılsa Anadolulu olduğu anlaşılmış ve eski iltifatlardan uzak ve mahrum kalmıştır.(Fuat Köprülü a.g.e, s. 200) / Metin Karadağ- Türk Halk Şiiri 119-120
Namık Kemal, Celâleddin Harzemşah’ın Mukeddimesi’nde Türk halk hikaye ve masallarını değersiz bularak “kocakarı masalı” olarak niteler. Suat Batur – Açıklamalı –örnekli Türk Halk Edebiyatı 19
Atasözlerinden üzücü bir gözlemede kısaca değineceğim; Türk ulusu İslamiyet’i kabul ettikten sonra iki kola ayrılmış görünüyor.
Bunlardan şehirlere yerleşmiş Türkler, hayranlık duyguları Arap ve Acem kültürlerinin etkisi ile şehir dışındaki Türkleri hor görüp küçümsemeye başlamışlardır. Bu sapık görüşü yansıtan deyim ve atasözleri şunlar: Kapını Türk’e / sırtını kürke alıştırma. / Türk’ün karnı doyunca gözü pabucunda olur. / Türk ne bilir bayramı / lak lak içer ayranı. / Bin Türk-bir turp / al turpu vur Türk’e / yine yazık olur o turpa.
Ancak şehir dışındaki, ulusal benliğini yitirmemiş, bilinçli Türk halkın bu saldırılara yanıtı da sert bir şamar gücündedir ve şöyledir: “Türk’ün iti şehre gelicek Farsça ürür” 3. Uluslar Arası Türk Halk Edebiyatı Semineri 7-9 Mayıs 1987 Eskişehir / Tarih Boyunca Türk Atasözleri- Şükrü Kurgan
Devlet-i Aliyye devrinde, Başbakanlarımıza Sadrazam diyorduk. 624 yıllık Osmanlı devrinde, 215 sadrazamımız oldu. Garipliğe bakınız. Bu 215 sadrazamdan sadece 78’i Türk asıllıydı. 197 sadrazam Türk soyundan değildi. Mesela bizim 33 Arnavut, 13 Boşnak, 9 Abaza, 4 Hırvat, 4 Gürcü, 3 Arap, 2 Rum sadrazamımız oldu. Koskoca devlet, zaman zaman Türkçe bilmeyen, hatta Türk’e düşman olan, ahmak sadrazamların elinde kaldı.(Mure Hüseyin Paşa 622)
Arapça, Farsça yazan, konuşan ediplerin, Türkçe konuşan ve yazan ediplerden üstün tutulmaları sebepsiz değildir. Mesela Mesihi mahlaslı şairimizin sızlanması beni hala utandırmaktadır.
“Mesihi gökten insen sana yer yok,
Yürü var gel Acemden ya Arap’tan”
Yavuz Bülent Bâkiler
(Düşündükçe – adlı köşesinden – tercuman gazetesi olabilir. )
Hoyrata, eskiden klasik zümrece sanat gözü ile bakılmamış ve gerçek değer verilmemiştir. Şair Sünbülzade Vehbi,126 beyitlik “sühan” kasidesinde halk şiirini kötülerken, mâni tarzını da şu beyitle tenzil etmektedir:
Kimi mâni kimisi vadi-î türkmanide
Karaoğlan kayabaşısı yelellâ-yi sühan
Eski şairler,az çok hoyrat ve mani yazmışlarsa da önceleri bazı mani katarlarında mahlas kullanmakla beraber, sonraları tezyif ve tehzil karşısında adlarını gizlemeye çalışmışlardır. Ata Terzibaşı – Kerkük Hoyratları ve Manileri 13
Rasim Köroğlu
Dosya Oluşturma Tarihi: 28.10.2005