Azı Dişim
1993 kışı, Eskişehir'deyiz; ben de, Rasim abi de. Azı dişimin azacağı tuttu, hani hiç çekilmez, insanlar için "diş ağrısı gibi" derler ya, dayanılır gibi değil.
O yıllarda nasıl haberleşirdik, nasıl buluşurduk? Şimdi hatırlamak bile zor ama demek ki ev telefonlarını, ofis telefonlarını kullanıyorduk; dumanla haberleşmediğimize göre. Azsın azmasına da gündüz değil , akşamın karanlığı bastırmış; ne şimdiki gibi özel hastaneler ne de diş hastanesi var. Devlet hastanesinde nöbetçi bulunursa, şansımıza.
Ben mi aradım, o mu aradı hatırlayamam ama sonuçta yetiştirdim haberi,
"Dişim çok fena abi!".
"Evde rakı varsa bir pamuğa bir kaç damla damlat dişine bastır" dedi.
Ne muziplik düşünüyorsa. Diyalogu yönlendirmeyi ve bir hikayeye bağlamayı çok severdi. Elime kozu bilerek verdi ya, bu eksende cevap vereceğimi bilirdi.
"Şunu bir şişe yapsak olmaz mı abi?" dedim;
"Anlatayım" dedi. Reyhani'nin bir şiiri var, "Bir Abdullah vardı öldü dediler" diye başlayan; o şiirdeki Abdullah'a benzeyen birisi var, komşu köylerden birinde; adı, Hasan. Hasan'la ilgili bir anısını başladı anlatmaya. Hasan, Beylikova'da Rasim abiyi yakalamış, demiş ki "Hoca bir karnımı doyur"; sormuş hocam,
"Ne istersin Hasan?" diye; o da saymış
"Hamur aşı, yoğurtlu hamur aşı, gene hamur aşı". Eve almış götürmüş, yaz günü olmalı, bahçeye oturmuşlar, hazırda ne varsa Hasan'a ikram etmişler. Etmişler etmesine de Hasan, boyu iki metrelik, yüz kara okkaya yakın, ağustos sıcağında palto giyen, üst üste yedi sekiz çorap giyen; doyduğunu, kandığını bilmeyen bir insan.
"Getir bizim kız, ne varsa getir" diyor Rasim abi'nin eşine ve gelen her yemeğin üzerine de (abartısı hocama ait) tam bir avuç tuzu gezdiriyor. Üzerine bidonla bir kaç litre suyu devirdikten sonra, kalkmış gitmiş; geğirerek.
"İyi de" dedim,
"Bu hikaye uymadı. Hasan’ın yemekle, benim istediğimin ne ilgisi var?" dedim.
"Az bekle görürsün, bitiriyorum" dedi, devam etti. Bir kahveye gitmiş oturmuş Hasan, onu tanıyan kahveci, Hasan'ın helvayı çok sevdiğini biliyormuş;
"Hadi" demiş, "Hasan, şuradan yarım kilo helvayla ekmek al getir de yiyelim". Hasan'ın ilk tepkisi, "Şunu bir kilo yapsak olmaz mı?" ve ilave etmiş "bir de gazoz"……. Benim rakıyı aldı getirdi Hasan'ın helva talebine bağladı.
"Ben, Mustafa Plancı’yı (bacanağının oğlu, diş doktoru) arayıp sana haber vereceğim" dedi. Öyle de yapmış; aradı "Atla gel gidip Mustafa'yı evinden alacağız, muayenehaneye gideceğiz" dedi.
Buluştuk, doktora para vermeyeceğiz ya; sordum "Viski alayım mı abi?" diye,
"Al" dedi "Şimdi o para almaz, bu saatte gelen doktorun aklı da bizimki kadardır, öyle yapalım bari, elimiz boş gitmeyelim, Nejdet (Bozkurt) de geliyor" dedi.
Hasılı buluştuk kaşla göz arası kareyi kurduk. Mustafa bey "Oturmadan sana bir morfin yapayım da onbeş dakika sonra çekeriz dişini" dedi. "Kuvvetli morfindir" diye de bilgilendirdi; bilgilendirdi bilgilendirmesine de benim bir kulağımdan girdiyse öbüründen çıkmıştır.
Bir bardak, iki bardak derken sohbet koyulaştı; biz morfini de unuttuk dişi de. Doktoru da kendimize uydurduk.
"Yahu dişi unuttuk, şimdi o morfin de etkisini yitirmiştir, bir tane daha yapacağız" dedi doktor. İkinci morfini de yaptı ve belirlediği sürenin sonunda da dişi çekti, morfin zaman aşımına uğramasın diye kendisi dikkat ederek. Üstüne bir iki bardak daha içtiğimi Rasim abi'nin "İçme artık dokunur" dediğini hatırlıyorum; bir de rahatsızlandığımı. Nejdet abiyle hocam beni aldılar eve getirdiler, en son hatırladığım suyun buz gibi olduğuydu.
Ben mi? tabii ki çok içen yada içebilen birisi değildim ama Rasim abi varsa, orda içerdim; o günde öyle yaptım.
Ertesi gün öğlene doğru bir telefon Hocam'dan "Nasılsın iyi oldun mu?" "Abi başım dönüyor, midem kötü, akşam çok fena kaçırmış olmalıyım, öyle mi yaptım?"diye sordum."Ben doktora sordum, yediğin morfinlere ve içtiklerine katır bile dayanmazmış, az içmeyi bir türlü öğrenemeyeceksin" dedi ve güldü.
Eminim ki anlatırken gözlerinin içi gülüyordu.
Fazıl Ulutürk
Paylaşım Tarihi: 26.02.2015