BİR YILDIZ KAYDI ...
1998 YILINDA Türk Güreş Vakfı Adana Şubesi "Güreş Konulu Şiir Yarışması" açmıştı. Üniversiteyi Adana'da okumuştum. Kavganın çatışmanın en yoğun olduğu 1975-1980 yılları arasıydı. Çekilen sıkıntılardan neredeyse Adana tarafına dönüp yatmıyordum bile. Ama gün geçtikçe Adana'da ki arkadaşlarımı,dostlarımı özlemeye başlamıştım. Belki bu yarışma vesilesiyle Adana'ya gitmek nasip olurdu. Liseye giderken yazmaya çalıştığım şiirlerin kapısını üniversite yılları ve sonrasında tamamen kapatmıştım. Konu Adana ve şiir olunca "Güreşe Dair" şiirine şöyle başladım.
Kimimiz yün kazağız, kimimiz merserize,
İçimden geçenleri söyleyeceğim size,
Kimi bulgur kaynata, kimi ipe un dize,
Şimdi minderde değil piyanodadır tuşlar,
"Eşek" desen adama eşip ekmeye başlar.
Uzun bir şiir karalamasıydı güreş terimleriyle halimizi anlatmaya çalışmıştım.
Bir müddet sonra Adana'dan telefon geldi, arayan Olimpiyat ve Dünya şampiyonu İsmet Atlı ağabeydi, varın heyecanımı siz tahmin edin. Dediği özetle şöyleydi, "şiirin güzel ama içinde siyasi terimler, ifadeler var, jüride de devlet memuru arkadaşlar. Bu şiiri yarışmaya sokmayacağız haberin olsun ... Sizin Eskişehir'de Rasim Köroğlu diye bir arkadaş var,onunla tanış. Telefonu ... "
Telefon ettim İsmet Atlı ağabeyin verdiği numaraya. Rasim Köroğlu bana Şairler Derneğini tarif etti,orada buluşabileceğimizi söyledi. Lisede şiir yazmaya çalışıyordum, şiiri de seviyordum. Bu yüzden daha önce Şairler Derneği'ne bir defa utana sıkıla gitmiş, kapısının kapalı olduğunu görünce de çok sevinmiş bir daha da gitmemiştim.
Rasim'i burada tanıdım. Baktım şakacı, bazen ciddi, hoş sohbet bir insan. Daha sonra bu ilk tanışmamız için beni tanımadan 'kılla, tüyle, yünle şiir yazıyordun' diye epey dalga geçmişti.
"Türkün Güreş Destanı" şiiriyle Rasim bu yarışmada birinci oldu. O şiirin bazı kıtaları şöyle;
Öğrenmek istersen eğer güreşi,
Dolaşıp yurdumu gez bizim elde.
Bulunmaz güreşte Türkler'in eşi,
Yaşanmış destanı yaz bizim elde.
Ulaştık dünyada bir haklı üne,
Güreşle başlarız toya, düğüne,
Hazreti Hamza'dan geldik bu güne,
Pirlerden alınır giz bizim elde.
....................
Şamdancı İbrahim,Kazıkçı Bekir,
Erlerin meydanı kalır mı fakir,
Çok Taşçı'lar çıkar Allah'a şükür,
Neler görürsünüz siz bizim elde.
.........................
Rasim'im yazdım bir güreş destanı,
Anmadan geçemem Koca Mestan'ı,
Günlerce dinletir nice insanı ,
Açılsa güreşten söz bizim elde.
Hemen her hadiseye başka taraftan bakardı. Her konuda muhakkak vereceği örneği, hikayesi, şiiri olurdu. Bazıları doğduğu saati biliyor, benim doğum yılım bile belli değil, anama sordum, köydeki caminin yapıldığı yıl doğdun dedi, araştırdım caminin inşaatı beş yıl sürmüş. "
Mesela konu camii, minare ise şöyle diyebilirdi.
"Geçme mescit yakınından
Çok namazlar böldürürsün"
Ya da; öğretmenlik yaptığım köyde bir Hasan Dayı vardı "hiç görünmüyorsun" dediklerinde "ben minare miyim her yerden görünecek" derdi.
Veya; bizim köyde bir Ahmet Ağa var minarenin örüldüğünü görünce çok şaşırdı, "ben bunları Bursa'dan hazır getirip koyuyorlar biliyordum" dedi.
Rasim Köroğlu devamlı okurdu, okumadığı halk şiiri bekli de yoktu. Şiir konuşmalarımızda "ben böyle bir kafiyeye ya da ayağa rastlamadım" diyecek kadar bilgi sahibiydi.
Halk aşıklarına, türkülere, aşıklık geleneğine, güreşe inanılmaz bir sevgisi vardı, "10 saat trende ayakta falan yerlerde ki güreşleri seyretmeye gittim." diyordu mesela. Uzun yıllar önce Aşık Reyhani Ağabeyi öğretmenlik yaptığı kasabaya davet etmiş, bir mekanı da salon haline getirip insanların onu tanımalarını sağlamıştı.
Aşık Reyhani Ağabey'i en iyi bilen Rasim Köroğlu idi.
Hemen her şiirini. diğer aşıklarla yaptığı atışmalarını, hatıralarını bilir ve o kendine has, tatlı üslubuyla sanki yaşarcasına anlatırdı. Rasim'i dinleyenlerin halk aşıklarını, aşıklık geleneğini sevmemesi mümkün değildi.
Nice insanın bu programları Rasim'den sonra sevdiğini, sevenlerin ise bir başka gözle baktığını, bir başka kulakla dinlediğini bilirim.
Reyhani Ağabeyin şöyle bir dörtlüğü vardı.
''Yar benden istemiş tek bir hatıra
Gözlerimden yaş vereyim götürün
Sevgi ifadesi sığmaz satıra
Defterimi boş vereyim götürün"
Bu kıtayı telefonla Reyhani Ağabey'e okudum, şiirin devamını merak ediyorum. Reyhani Ağabey'in dediği şu "güzel başlamışsın, bakalım sonu nasıl olacak" Reyhani Ağabey o kadar çok ve güzel şiir yazmış ki kendi şiirini hatırlamıyordu ama Rasim devamını bilirdi.
Aşık Reyhani Ağabey Bursa'da yaşıyordu. Çeşitli vesilelerle Eskişehir'e getirmiştik. Osmangazi Üniversitesinde, Türk Ocağı'nda, değişik mahfillerde Rasim'le beraber program yapmışlardı.
Bir defasında Bursa'dan gelirken mola vermiştik. Reyhani Ağabey vücudundaki fiziki sıkıntılardan bahisle şikayetleniyordu. Romatizmadan, kalbinden, midesinden vs bahsetmişti. Rasim'de "Ağabey Türkiye için kafa yoran, uğraşan, didinen, düşünen insanların böyle hastalıklara kapılması normal" deyince Reyhani Ağabey durdu durdu birden "haklısın" dedi "bak falanca seksen yaşında ama sapasağlam .. " Gülmekten kırılmıştık.
Reyhani Ağabey Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde ameliyat olmuştu. Hemen her akşam ziyaretine giderdik. Reyhani Ağabey hatıralarını anlatır, şiirlerinden okur bizde büyük bir keyifle dinlerdik. Hasta olan Reyhani Ağabey ise ona şiir götürülür ya; bir gidişimde Kerkük Hoyratları okumuştum.
Oku yara
Aç kitap oku yara
Sinemde yer kalmadı
Meğer ok oku yara
Kerkük'ten geçer Hassa
Hassa batıpdı yassa
Kerkük'ü viran etti
Yad ayyağ bassa bassa
"Eline kağıt kalemi al" dedi Reyhani Ağabey. İrticalen epey hoyrat, mani yazdırdı, bir tanesi şöyleydi:
"Rasim Ağlar, Rasim Ağlar
Yas tutmuş Rasim Ağlar
Bu ortak bir dünyadır
Bir gün mirasım ağlar"
Rasim hiçbir evrağı atmazdı, hele devletten gelenleri asla. Bunlara elektrik, su, telefon vs makbuzları da dahil. Üç çuval kadar böyle malzemesi vardı. "Bunlarla uğraşıp durma, lüzumsuz işler yapıyorsun" diye takılırdım, hatta eşe-dosta Rasim'in bu huylarını anlatınca çok kızardı. Bir gün elinde bir resmi evrak heyecanla geldi "bak gördün mü? Yirmi yıl öncesi için bir yazı göndermişler, sen dalga geç bakalım, ben haklı çıktım" Meğer Rasim yirmi yıl kadar önce bir vatandaşa motosiklet satmış, oda başka bir vilayete, üzerine de almamışlar. Motosiklette bir kaza yapmış plaka sahibi olarak da Rasim'e yazı göndermişler. O çuvalların içinden yıllarca önce sattığına dair belgeyi bulup çıkarmıştı.
Bir şahsa Rasim'e ev almak için kaparo verdik, sonra başka sebeplerden vazgeçti. Vazgeçtiğimiz eve de bir müşteri talip oldu. Kaporayı istedik vermedi komisyoncu. Yanında küçük çocuğuyla gelen bir kadında aynı durumda, ona da vermiyor. Kadın "bak şu çocuğun babası öldü, başımızı sokacak bir yer alalım dedik vazgeçtik, bari şu çocuğa acı" diyerek iki gözü iki çeşme çocuğuyla beraber ağlıyor, adamda "vermem bu para benim hakkım" gibi bahanelerle diretiyordu.
"Dürzü" o adama yazılmıştı.
Ağlattığın için yetimi, dulu,
Senin de yüzün hiç gülmesin dürzü,
Görmesin ceplerin parayı pulu,
Delinsin dipleri dolmasın dürzü.
Malını, mülkünü kumarda satsın,
Briçte kazansın pokerde batsın,
Kafelerde gezsin, otelde yatsın,
Avradın evine gelmesin dürzü.
Her gün sabah banyo yapıp süt'ünen,
Dolaşsın çarşıyı elde it'inen,
Koca arasın hep internet'inen,
Kızını kimseler almasın dürzü.
Sokmasın işini felek ayara,
Söz geçmesin oğlun denen hıyara,
Virüs girsin evde bilgisayara,
İçinde program kalmasın dürzü.
Telefonda sapık biri arasın,
Kapatır kapatmaz geri arasın,
Hiç ara vermesin seri arasın,
Gözlerin uykuya dalmasın dürzü.
Etrafını sarsın bütün arsızlar,
Kredi kartını çalsın hırsızlar,
Senin gibisine yürek mi sızlar,
Dostların derdini bölmesin dürzü
Rasim'le zamanı paylaşmak hem neşeliydi, hem de bir şeyler öğrenilirdi. Yaşanılanlara bir başka gözle bakar, kesinlikle bizim görmediklerimizi görür, anlattığı zamanda hayranlıkla kendisini dinlerdik. Aynı şeyleri defalarca anlatsa bile insan dinlemekten sıkılmazdı. Hani doktorun yarım saatte yaptığı ameliyatı hasta ömür boyu anlatırmış. Yarım saatliğine gittiğimiz bir yeri saatlerce anlatabilirdi, hakikaten dedikleri mübalağalı olarak doğruydu. Anlattığı zaman oraları bizde hatırlardık ama bizim bakmamız onun görmesi olurdu.
Müthiş bir hafızası vardı. Yıllar önce olmuş bir olayı, konuşulanları yer yer, kelime kelime anlatırdı. Köylerde geçirdiği öğretmenlik yıllarını, talebelerinin yaptıklarını, köylüleri vs hiçbir şeyi atlamadan, unutmadan söylerdi.
Rasim bizdi, Anadolu'ydu. Yaptıkları, yazdıkları,söyledikleri hiç kimseyi rahatsız etmezdi. Espri denen şeyin küfretmeden de, bel altına inmeden de yapılacağının ispatıydı. Rasim'i kızdırmayı severdim, o da beni kızdırırdı. "Ben kuyruklu yıldız gibiyim, kayıp giderim, faydalanacağınız kadar faydalanın sonra bulamazsınız" derdi, haklı çıktı. Son zamanlarda oksijene bağlı olarak yoğun bakımda yatıyor, konuşamıyor, bazen telefonla mesaj gönderebiliyordu.
Benim bir ifademe cevap olarak telefonuma gönderdiği 21 Ekim 2014 tarihli mesajı şöyleydi;
"Yaşadığımız dostluk, arkadaşlık.kardeşlik bundan sonrası olmasa bile benzeri çok fazla olacak sıradan bir arkadaşlık değildi. Hiç umutlu değilim ama inşallah ömrümüz varsa diyelim kardeş." 28 Ekim'de Ankara'ya, Hacettepe Üniversitesi hastanesindeki odasına ziyarete gittim, yaklaşık kırkbeş dakika kaldım. Arkadaşlardan, Eskişehir'den bir şeyler anlatmaya gayret ediyordum. Birkaç kelimede Rasim konuşmaya çalıştı.
29 Ekim'i 30 Ekim'e bağlayan gece ruhunu teslim etmiş. 31 Ekim Cuma namazı sonrası her yaştan. her görüşten kalabalık bir cemaatle toprağa sırladık. Dost; niyetine kefil olduğunuz kişi demekmiş. Rasim Köroğlu, benim dostumdu. Içimde hep büyüyecek bir boşluk bırakacak zaman. Mekanı cennet olsun ...
Mehmet Ali Kalkan