Seda Bilgiçli'nin Rasim Köroğlu ile Söyleşisi
(Bu söyleşi, 21.10.2005 tarihinde, Eskişehir Şairler Derneği'nde yapılmıştır)
Seda Bilgiçli: Şiire
karşı ilk alaka sizde ne zaman başladı?
Rasim Köroğlu: Benim şiire olan ilgim türkülerle oluştu.
Türkülere büyük ilgi duydum. Annemim tarlada çalışırken, özellikle mercimek
yolarken mırıldandığı türküleri zorla tekrar tekrar söylettiğimi hatırlarım.
Yine çocukluk yıllarımda tarlada çalışan genç kızların söyledikleri türküler
hala kulağımdadır.
Eve radyonun gelmesi benim için türkülerin
gelmesinden başka bir anlam taşımıyordu. Türkülerin ezgisi kadar sözleri de
ilgimi çekerdi. İşte o türkü sözleri bende şiir sevgisini doğurdu sanıyorum.
Bir türküyü ezberleyeyim diye dinlediğimi hiç hatırlamam ama dinlerken
ezberlemiş olurdum. Şimdi tam hatırlamıyorum ama kendim de o çocuk halimle
söylemeye çalışmış olabilirim. Söylemeye çalıştığımı hatırladığım yıllarda
sanıyorum ortaokula gidiyordum. Fakat ilk şiir denemelerimin öğretmen okulu
yıllarında olduğunu biliyorum. Yani on altı, on yedi yaşlarında. Fakat
ortaokulda hatta ilkokulda bazı şiirleri ezberlemiştim. Burada sözünü ettiğim
şiirler ölçülü şiirlerdi. Yani hep halk şiirine bağlı kaldım.
Seda Bilgiçli: Bir
gün meşhur bir taşlama şairi olacağınızı çocukluğunuzda tahmin eder miydiniz?
Rasim Köroğlu: Hayır. Çocukluğumda böyle bir düşüncem ve
tahminim olmadı. Ama ilk gençlik yıllarımda sanıyorum şair olmak değil ama ben
de şiir yazabilirim diye düşündüm. Belki diyeceksiniz ki “Şiir yazmak şair
olmak değil midir?”. Bence hayır. Birkaç şiire benzer şeyler karalamak şair
olmak anlamına gelmez. Yani toplum sizi şair olarak görecek, şair olduğunuz
toplum kabul edecek.”Ben de şiir yazıyorum ve de yazdıklarım çok güzel, ben
şairim.”demek abeste iştigaldir. Kelimenin bu manasıyla şair olmayı
çocukluğumda değil de belki çok sonraki öğretmen olduğum yıllarda düşündüm. Tabi ki, bu düşünce “olabilir miyim?”
şeklinde idi. Kaldı ki o da taşlama şairi, ya da ne biliyim sevda şairi olarak
bir alan seçmek anlamında değildi. Ama ne zaman şiire başlasam hep taşlamaya
doğru kaydı söylediklerim. İnsanın kendi kendini keşfetmesi çok zordur. Bunda
çevrenin tespit ve yönlendirmesi de çok önemli. Bana tanıştığım birçok usta
şair, taşlamada başarılı olduğumu ve o yöne ağırlık vermem gerektiğini
önerdiler. Bunlar: Feyzi HALICI, Halil SOYUER, Cemal SAFİ, İbrahim SAĞIR,
Muharrem KUBAT, Rıza ÖZDEMİR’dir.
Seda Bilgiçli: Çalışkan
bir öğrenci miydiniz? Hangi dersleri sever, hangilerinden hoşlanmazdınız?
Rasim Köroğlu: Seda, benim gibi tembel bir öğrencilik
hayatı olan birisine bu soru sorulur mu? Kesinlikle çalışkan bir öğrenci
değildim. Bu yaşta bile korkulu rüyalarımı öğrencilik yıllarım oluşturur. Aynı
öğretmenden, aynı dersten(cebir),aynı yılda, hatta aynı dönemin yazılı
sınavlarında hem 1,hem de 10 aldığım oldu. Haaa, demek ki 10 da alınıyormuş
diyerek tekrar eski tembelliğime döndüğümü hatırlarım. Bu dediğim öğretmen
okulunda okurken oldu. Fakat hala hayret ederim bu kadar tembel bir öğrenci
sonradan iyi bir öğretmen oldu. İyi bir öğretmen olduğumun kanıtımı mı? Öğrencilerim,
müfettiş raporları, öğrenci velileri, çalıştığım öğretmen arkadaşlar bunun
şahitleridir. Bu kadar övünmek yeter.
Sevdiğim dersler konusuna gelince, desem ki
şu dersleri çok severdim, tembelliğime leke gelir. Nota dayalı olan hiçbir
dersi sevmedim. Aksilik ya her ders de sonunda bir sınava verilecek ya da
alınacak nota bağlıydı. O notlara bağlı olarak sınıfını geçip ya da kalma
olunca ben de bol bol sınıfta kalma şansını yakaladım. Buradan her sınıfı iki
yıl okuduğum anlaşılmasın. Öğrencilik hayatımda iki sefer sınıfta kaldım. Bu da
az değil tabi. Yaklaşık on yıl İngilizce okudum, on kelime öğrenmedim. Sözün
kısası başarılı bir öğrenci değildim.
Seda Bilgiçli: Nasıl
yazarsınız?
Rasim Köroğlu: Şiiri ilk haliyle söylemek ve o ilk
söylenmiş haliyle yazıya geçmek işin kolay tarafı. Esas mesele ondan sonra
başlıyor. Genellikle doğmaca olarak söylediğim şiirdeki o dörtlükler kafamda
günlerce, hatta aylarca şekilden şekle girer .İşte o aşamada en güç beğenen
insanlardan biriyimdir.Belki bir dörtlüğü yüzlerce şekilde söylerim dersem yalan
olmaz.Şiir üzerinde çalışmam ya çok sessiz-sineğin dahi uçmadığı- bir ortamda
olacak ya da tam tersi çok gürültülü bir ortamda yolda, sokakta gezerken
olacak.O gürültüler beni etkilemez artık.Çevreden ve dünyadan izin istenip
kopulduğu anlardır o anlar.Haliyle bir müddet kafa yorduktan sonra
bırakırım.Daha sonra tekrar üzerinde çalışırım.Aynı anda birkaç şiirin
çalışması devam eder.Başladığım hatta
kabaca şekillenmiş şiirlerden yüzlercesini beğenmediğim için çıkarmadım.Oldu
diye karar verdiğim ve yayınladığım şiirlerim çok azdır. Yılda bir-iki şiir
ancak çıkar. Âşıklık geleneğine yatkınlığımdan dolayı doğmaca söyleyebiliyorum.
Atışma yapabilirim. Ancak dediğim gibi bu şiirler beni çok fazla tatmin
etmiyor. Elimde saz olmadan topluluk karşısında kıtalar arka arkaya gelecek
şekilde onlarca kıta söylerim. Birçok şiirim de zaten ilk haliyle bu şekilde
oluşur. Ama sonra geri dönüp üzerinde çalışmak çok zor. Fakat o zoru yapmadan
canım rahat etmez. Mutlaka üzerinde defalarca çalışırım. Hatta şair arkadaşların
“çok güzel olmuş” dedikleri şiirleri beğenmem. Onların bir kısmından sonra
vazgeçerim, unuturum. Beğenmediğim dörtlükleri çıkarırım. Şiirin bir çıkma anı
vardır. Yani o ilk geldiği an. Mutlaka bir nedeni vardır. Yaşanmış olay veya
ruh halinin arkasından gelir. Hayatımda bugün bir şiir yazayım diye yazdığım
tek dize yoktur. Ama geldiği anda da mutlaka söylettirir şiir kendini. Şiir
söyleme kavramını özellikle kullanıyorum. Şiir söylenir, yazılmaz. Yazılma
sonraki aşamasıdır. Kısacası şiiri ilk geldiği anda kaç kıta söyleyeceksem
söyler bitiririm. Daha sonra üzerinde çalışırım. Tabi o haliyle kalan ya da çok
az değişikliğe uğrayan şiirlerim de vardır. Ama tekrar üzerinde çalıştıklarımın
yanında bunlar çok azdır.
Seda Bilgiçli: En
çok hangi şairleri okudunuz? Hangilerinin tesiri altında kaldınız?
Rasim Köroğlu: Okumak anlamında, isim yapmış hemen bilinen
bütün şairleri okudum. En azından üç beş tane şiirlerini okudum. Fakat halk
şairlerinin büyük bir kısmının hayatlarını ve eserlerini ince eleyip sık
dokuyarak okudum. Etkilendiğim şairler arasında halk ozanları önceliklidir;
Köroğlu, Erzurumlu Emrah, Âşık Veysel, Aşık Reyhani, Aşık Mahsuni başta
gelenleridir. Kalem şairlerinden Şair Eşref, Ömer Hayyam, Neyzen Tevfik ilk
sıraları alırlar. En çok Âşık Reyhanî’den etkilendim diyebilirim. Onunla
defalarca sabahlara kadar sohbet etme, beraber programlar yapma şansımın olması
da bunda etkili olmuştur diye düşünüyorum. Ama hiçbir zaman taklide yeltenmedim
hiçbir şairi. Sanıyorum kendime has bir üslup oluşturdum. En mutlu olduğum
taraf da bu. Bence insan hayatın her alanında kendisi olmalıdır. Buna inandım
hep ve bunu yapmaya çalıştım.Şairlikte ustalık çıraklık ilişkisinin önemine
inananlardanım.Ama böyle bir şansım olmadı.Yalnız Eskişehir Şairler Derneğinin
bu manada çok yararını gördüm. Orada usta kalemlerin hepsi ile bir arada olmak,
şiir üzerine konuşmak, çalışmak, eleştiriler yapmak, Rasim KÖROĞLU olarak bana
çok büyük katkılar sağladı.
Seda Bilgiçli: Şimdi
şiir ile ilgili bir şeyler hazırlıyor musunuz? Yeni projeleriniz var mı?
Rasim Köroğlu: Şiir, hayatımın günlük bir parçası. Hatta
yaşama şeklim diyebilirim. Edebiyat ve şiirle ilgili bir şeyler okumadığım gün
yoktur. Şiirin bulunduğu, konuşulduğu ortamlarda olmaya çalışırım hep. Orada
nefes alabiliyorum. Özellikle halk şiiri ve âşık edebiyatı üzerine çalışmayı,
araştırmayı çok seviyorum. Günlük hayatımın bir kısmını hep buna ayırırım.
Emekli bir memur olmam nedeniyle buna zamanım da var. Şiir ekonomik getirisi
olmayan bir uğraş. Bu zaman aman yılgınlık verse de geçici oluyor. Beş dakika
sonra şiiri düşünmeden edemiyorsunuz.
Bazı âşıkların hayatlarını incelemeyi ve
yazmayı düşünüyorum. Bu amaçla yaptığım çalışmalar da var, ancak sonuçlanır mı
bilemiyorum. Şu anda yeni bir şiir kitabı hazırlığımda yok.
Seda Bilgiçli: Bugünkü
şiir hakkında düşünceniz nedir?
Rasim Köroğlu: Böyle giderse şiirin geleceği kötü. Şiir
çok ciddi ve çok zor bir sanattır. Ama günümüzde maalesef çok hafife alınıyor.
Herkes şiir yazıyor. Bu sevinilecek bir olay gibi görünür ilk bakışta fakat
işin aslı böyle değil. Kafiyenin, ölçünün, redifin anlamını bile bilmeden şiir
yazılır mı? Ama yazıyorlar. Bu iş bu kadar kolay ve basit değil. Şair olmak
önce yetenek işi. Sonra. Sonra emek işi. Bunların ikisinden biri yoksa olmaz.
Fakat ikisinin de olmasına gerek duymadan eline kalemi alan yazıyor. Yeteneği
olmayan insanların şiir yazmayı istemelerini anlayabiliyorum. Ama şiir hakkında
hiçbir araştırma yapmadan, öğrenmeden, okumadan yazanlara katlanamıyorum. Şiir
ayaklar altına düştü. Popçu, topçu, artist, manken, kim varsa şiir yazıyorum
diye ortada. Onlar bir tarafında biz bir tarafımdan şiiri bitirdik Allah’a
şükür. Ortalık şiir adına toz duman.
Şiirde ölçüsüzlüğü kabul etmiyorum. Serbest
vezin! Ne demek serbest vezin? Hem serbest hem ölçü olur mu? Oysa şairlerimiz
için edebi geleneğimiz ve edebi ruh bir çıkış noktası olmalı. Gelenekten
uzaklaşmamız şiirimizin şekil, tema ve sanatsal unsurlar yönünden zayıflamasına
neden olmuştur. Şiir dilimiz kısırlaşmıştır.
Tutturduğumuz serbest şiir akımı nicelik
olarak şairleri arttırmış ama nitelik olarak azaltmıştır. Üstelik dünyanın
hiçbir dilinde, hiçbir milletinde bizimki kadar serbest olan bir şiir olduğunu
sanmıyorum. Kafiye neredeyse unutulmuş. Kafiye olmayınca redif olur mu?
Ortalıkta nazım birimi diye bir şey kalmamış. O batıdan aldığımız triyole ve
sone de bentlerin bulunduğunu bile unutmuşuz. Vezin bir kenara itilmiş. Bunlar
şekil olarak şiirde kaybettiklerimiz.
Peki, muhteva anlamında şiirimiz iç açıcı
bir noktada mı? Hayır. Belki de haklı olarak sosyal şartların değişimi
şiirimizin konu ve temasını da değiştirmiştir. Peki mazmunlar, mitolojik unsurlar,
dini unsurlar, söz sanatları, mecazlar, anlamla ilgili sanatlar yönünden neden
zayıflattık şiirimizi? Elbette ki gelenekten hareketle kendi üslubunu ve
şiirini yaratan ustaları kastetmiyorum burada. Genel olarak duruyorum bu konu
üzerinde.
Halk şiirinin içerisinde değerlendirilmesi
gereken saz şiirinde de durum aynı. Bunun birçok nedenleri var tabi ki. Ama
ustalık çıraklık ilişkisinin bitmiş olması birçok tür ve şeklin terk edilmesine
neden olmuştur. Günümüz âşıkları koşmanın ve semainin dışında nerede ise şiir
söylemez olmuşlardır. Tekrar belirtelim ki sadece ustalık ve çıraklık
ilişkisinin bitmiş olması saz şiirindeki kısırlığın tek nedeni değildir. Bu
ayrı bir konu. Fakat, gelinen noktada koşmanın bile sadece “düz koşma” ve
“koşma şarkı” ya ait örnekleri verilmektedir. Dilerim iyiye gider, ama ben öyle
görmüyorum.
Seda Bilgiçli: Şiirimizin
gelişmesi için neleri gerekli görüyorsunuz?
Rasim Köroğlu: Elli yıl şiir yazmak yasaklansın. Belki
arkadan gelen kuşak bu günkü bozulmuşluğu bilmediği için araştırır, inceler,
öyle şiir yazmaya başlar.
Seda Bilgiçli: Toplum
meseleleri karşısında sanatçının durumu ve tavrı ne olmalıdır?
Rasim Köroğlu: Sanatçı toplumdan uzak olursa üretemez,
ürettim dediği şey de kabul görmez. Toplumun içinde bulunan, ondan kopmayan bir
sanatçı da onun meselelerinden uzak kalamaz. Sanatında onları yansıtır. Sanatçı
dik durabilen insandır. Kırılmayı göze alabilmelidir. Eğilmek onun işi olamaz.
Bunu sanatına mutlaka ideolojik boyut katsın anlamında demiyorum. Tam tersi
sanatçı sanatını ideolojilere alet etmemelidir. Bildiklerini ve gördüklerini
resmedip bırakmalıdır. Onlara çözüm üretecek siyasi iradeyi halk belirler. Siyasi
iradeyi halka göstermek değildir sanatçının görevi. O, toplumu olduğu gibi
aslına uygun verebilsin yeter. Toplumda sıradan vatandaşın göremediklerini
görebilen, anlatamadıklarını anlatan, duymadıklarını ve duyuramadıklarını
duyurabilen kişidir sanatçı. Görevi de budur.
Bir diğer nokta, sanatın içine parasal
kaygılar girmemeli. Parasal kaygılar sanatı zayıflatır. Ama sanatçı da sanatı
ile geçinebilmelidir.