Balım, senin şakalarına, sohbetlerine doyamazdık. Bildiğin fıkranın haddi hesabı yoktu. Seninle olduğumuz zamanlarda gülmenin tadına varırdık. Bizleri böyle arkandan ağlatacağını bilseydik, gülebilir miydik, dersin. Bu son yaptığın şaka hiç yakışmadı sana Balım. Evet, halâ şaka yaptığına inanmak istiyoruz. Bunca kötünün yaşadığı dünyada senin gibi iyilere hiç mi yer kalmadı? Ne diye çekip gittin?
Üzdün be arkadaş bizi. Üzmek ne demek, yaktın. Hiç mi beraber olamayacağız şölenlerde seninle? Ankara'ya geldiğimde görüşemeyecek miyiz? "Bu sefer bırakmam güzel insan, eve gideceğiz, misafirim olacaksın" diyemeyecek misin?
Yine senin evde o mükemmel arşivindeki plakları, kasetleri dinlemeyecek miyiz? Yok be Hüseyin, sen bunları bize yapamazsın. Adımı yazdığın o tabağa ben nasıl bakacağım? Sen olsan bakabilir miydin? Bayramlarda, özel günlerde telefon açsak çıkmayacaksın öyle mi? Yakışır mı sana?
Bazı insanlar vardır ki, onları geç tanıdığınız için üzülür, hayıflanırsınız. Hüseyin Balım için sağlığında aynı duygular içindeydim. Fakat ölümü bana aynı şeyleri düşündürmüyor. Keşke tanımasaydım, keşke bu kadar sevebileceğim, bir dostu, bir arkadaşı, bir ağabeyi hiç görmeseydim, bilmeseydim diyorum şimdi. Buradaki sevenlerin üzülürken, senden önce giden sevdiklerin, sevenlerin kim bilir ne kadar sevindiler sen oraya gidince. Bizi üzmek pahasına onları sevindirdin Hüseyin.
Kolay mı can arkadaşı kaybetmenin acısını dile getirmek?
Yazamıyorum Hüseyin, yazmıyorum Balım, yazmıyorum, yazamıyorum, yazamıyorum...
Rasim Köroğlu
25.02.2007